Aile hekimim ve her zaman en iyi şekilde tedavimi, desteğini sağlayan doktorum ve verdiği iğneler sayesinde durumu kontrol altına aldık. Bu vesileyle kendisine buradan teşekkürlerimi sunuyorum ve hekimlerimizin hepsi iyi ki varlar, ayaklarına taş değmesin….
İstirahat ettiğim süreçte, bedenim yorgunluktan hareket edemese de; zihnim uyanık kalıp, düşünceler üretmeye devam etti. O yattığım uzun saatler boyunca düşünüp durdum gözlerim kapalı.
Bugünler için planlarım, yapılacak işlerim vardı bir sürü ama yerimden kıpırdayamayacak haldeydim. Aslında hep bildiğim doğrular kendilerini yeniden hatırlatmak için fırsatı kaçırmadı. Beynimde uçuşan bitmek bilmeyen konuların en başlıcası kırk üç yaşımda hayatta ne öğrendiğim sorusu oldu. Neticede felsefe, psikoloji, sosyoloji gibi konularla boğuşup durdum çok gerekliymiş gibi. Sonuç; kırk yılda değişmeyen durumlar, hâller bir gecede değişebilirmiş onu gördüm bir kez daha hastalığımın yarattığı acizlikle. Hiçbir kuvvet bu düzeni değiştiremez sanırken, bir anda bütün koşullar değişebilirmiş. İnsan bazen neyi istemişse ondan mahrum, neye kavuşmak istemişse onunla arasında bir hasret, neye koşar adım gitmişse ondan yana bedbaht, neyi çok sevmişse onunla imtihan, neye çok yaklaşmışsa ondan o kadar ırak olurmuş. İnsan bazen arzu ve çabalarıyla da her şeyin gerisine düşebilirmiş. Penceremizin önünde duran saksının yerinin hep orası olacağını düşünürken, düşüncemiz rüzgâra uymaz ve devrilirmiş. Bizi en çok yanılgıya uğratan, değişmez sandığımız her şeyin değişmesidir aslında.. Velhasıl kelam; yüreğinin götürdüğü yerde kırılırsın, aklının götürdüğü yerde yanılırsın. Yüreğin aklına, aklın yüreğe uymaz daralırsın. Sonra ne akıl kalır, ne yürek dağılırsın. Bakmayın siz “Bir kalemde silerim, savurur atarım, çekip giderim.” beylik sözlerine. İnsanın koparıp atamayacağı bağları, arkasını dönüp gidemeyeceği durumları ve günün birinde yutmak zorunda kalacağı büyük lafları vardır.
Hep istikrarla devam etmemiz gerekmiyor, insanız nihayetinde. Hatasız, günahsız, kusursuz olmamız gerekmiyor. İnsan eksik kalır, düşer, aldanır, başarısız olur, kaybeder, başa döner. Yani sadede gelecek olursak, hayat biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir. O yüzden ben diyorum ki; çok da fazla zorlamayalım, belki de kendimizi bir şey için çok zorluyorsak, belki de o şey bize göre değildir. Nasıl çözeceğimizi bilmediğimiz sıkıntılar içindeysek, bazen yapılacak en iyi şeyin, hiçbir şey yapmamak olduğunu öğrenmemiz lazım galiba. Şöyle düşünelim; yüzme bilmesek bile, kendimizi rahat bırakıp denizin üzerine uzandığımız da asla boğumayız. Ama aksini yapar yani çırpınırsak, işte o zaman su bizi en dibe çekecektir. Hayatta bazı durumlar da tam da böyledir; temiz suyun içine çamur karışınca kirlenir hepimiz biliriz ve suyun temizlenmesi için çamuru çıkarmaya çıkarmak yerine kendi haline bırakmak gerektiğini de. Su dinlendikçe çamur dibe çökeceğini de biliriz. O zaman bu durumdan şu sonucu çıkarabiliriz; en sıkıntılı olduğumuz anlarda, çabalamak yerine bazen durmak gerekebilir. Sıkıntılarla zihninizi bulandırmayın, sürekli çabalayarak ruhunuzu boğmayın, zamana bırakın….