Soyundum güz, giyindim sonbahar
Çürümüş yaprakların hüznünü bana sor bahar
Yollar ıssızlanınca in-cin top oynar inancına
Geldik işte, yürüdük ayın kaçıncı kaçına
Sevda/sızlar adasında mor ötüşlü akkuşlar
Gelir konar, sonra kanar virüsüne
Baklagil soyundan gelen ba-kışlarla
Aramızda uçar durur süpürgesi aynalı
Kapı arkası dış kapı rüzgârlı çatı
Bahçemde kış, sobamda ateş ve kül
Ne zaman, nerde uyanacak şu orman
Kış samanı aşk zamanı ömürler
Rumeli’den Aliş gelir sahnelenir belki
Anlayın işte, hiç aklımdan çıkmıyor ki
N. TEZCAN
Cepçiler gittikçe sayısal olarak çoğalmakta. Çoklarının eli cebinde, eli cebinde. Ne denli konuşkan, ne denli muhabbetçi bir ulusmuşuz; şaşırıyorum doğrusu.
Çene çene çene… Laf, laf laf…
Konuşmak elbette önemli ve gerekli. İletişim sağlamanın tek ve önemli yönü ya da yanı.
Ancak konuşmanın da belli ve önemli kuralları vardır. Çok ve boş konuşmak.. işte çoğumuzun yaptığı bu. Hele şu cepler çıktıktan sonra.
Çağ, zaman insanları öyle noktalara taşıdı ki; “Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok” desek yerinde olur mu bilmem, bilemem. Çünkü ”Söyleyemem derdimi kimseye, derman olmasın diye…”
Konuşmak, çok ve boş konuşmaz hazza dönüşürse, yandınız. Çünkü böyleleri ne yaparsanız yapın vazgeçmez bu alışkanlığından. Ve ne yazık ki dinleyenleri de olumsuz yönde etkiler.
Çünkü bazıları, aynı şeyleri papağan gibi tekrarlayıp durur. Bir de bazı sonradan görme cepçiler en kalabalık yerleri seçip bağıra çağıra (yani bakın benim de cep’im var)ve sanki çevrede insan yokmuş gibi bağırıp çağırırlar.
Ruh sağlığı hocamız bunlara “ağız ishaline yakalanmış) derdi.
Konuşmak, elbette yerinde, zamanında ve dozunda olursa yararlı olur.
Ancak dinlemesini de bilmek en az konuşmak kadar önemlidir. Hani “söz gümüşse sükût altındır” diye bir söz vardı. Pek söylenmez ve duyulmaz oldu. Çünkü cep icat oldu, mertlik bozuldu. Denen yerlere geldik sayılır.
Çocukken büyüklerden duyduğumuz “… su küçüğün “ diye biterdi. İşimize gelirdi bizim de. Oysa doğrusu şöyle imiş: Su büyüğün söz küçüğün”.
Buluşlarda çok hızlı gelişmeler var. İnsanın ayak uydurması hayli zor. Bunlardan biri de bilgisayar. Gençler için bulunmaz nimet. Çetleşmeler, arkadaşlık kurmalar, ve evlenmeler bile..
Köfteci, çorbacı, tava ciğerci, tavuk dönerci, kuaför, emlakçı… Gideren yaygınlaşan biçimde ve durumda. Şimdilerde onlara internetler de eklendi…
Artık sokakta oynamak, top koşturmak, kabak teklemek, çapaya gitmek, orak biçmek, harman dövmek,,, bunlar tarihe karıştı. Makineler kısa zamanda her şeyi çözüyor:
Belki de bu nedenle oynamak, göbek atmak, kıvırmak… Öne çıktı. Hele ekranlar, hele ekranlar… Bayanlar, daha çok popçular, soyunup dökünerek sahne almakta, oynayarak yâda jimnastik yaparak söylüyor. Ne söylüyor belli değil.
Ayol; demezler mi adama, kardeşim vücudunu sergilemeye mi, jimnastik yapmaya mı, kıvırmaya mı geldi? Yoksa şarkı söylemeye mi? Bikini mi, yokini mi?
İle şarkı söylemek ne demek ne niçin?..
Saygı kalmadı? Sevgi vardı, o nerede şu günlerde.
Galiba ve en iyisi Sevda-sızlar adasına kapağı atmak ve yalnızlığınla yaşa…
Olası değil elbet. Ama olsun, “İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar.” mı?