Ben Yunus değilim, bu tufan beni yutar. Ben İbrahim değilim, bu ateş beni yakar.” Ah benim güzel ülkem; her geçen gün acı olayları duymaya, görmeye nasıl da alıştırıldık. Bir kadın Tiktoktan nasıl para kazanıp, Fenomen oluyormuş biliyor musunuz? Kamera karşısına g*tünü dikip osurarak :) Sırf kadın diye çıkarttığı gaza bile hediye atan insanlar var bu ülkede. Ve o kadınların yetiştirdiği evlatlar da var ne yazık ki. Oğlumla son günlerde yaşanılan kadın cinayetleri hakkında konuşurken, “cinsiyetimden utanıyorum” dedi on iki yaşında ki çocuk.
Vahşi cinayetleri işleyen Semih Çelik’in anne ve babasının, ceza alıp almayacağını sordu.???
Oğlumun düşüncesine göre en çok da onu yetiştiren evebeynler suçlu ve kesinlikle haklı. Hani üzülerek tanık olduğumuz, son zamanlarda iyice artan kadın ve çocuk cinayetleri var ya; işte o katilleri, tecavüzcüleri yetiştirenlerde birer kadın ne yazık ki. Zehirli anne-oğul ilişkisi başta olmak üzere, iyilik/kötülük, düşmanlık, uyum, kayıp, felaket, aile, kardeş kıskançlığı gibi duyguların tohumları ailede atılıyor. Hiçbir baba, anne kadar derinden, kökünden hadım edemez bir erkeği. Çünkü bir annenin çocuğunu yaşamdan alıkoymak için yapabileceklerinin sınırı yoktur. Onu hem rahminde tutsak hem de zindanından mesul tutarak yapar bunu. Bir omzuna yaşam korkusu, diğerine suçluluk duygusu yükleyerek yapar. Hem anksiyeteyi hem de depresyonu enjekte eder böylece. Bu hayatta insanın yapabileceği en büyük zalimlik, mutsuz bir çocuk yetiştirmektir. Bakamayacağınız, sevemeyeceğiniz, çocuğu yapmayın, doğurmayın Allah aşkına, herkes anne olmak zorunda değil. Mecburen de gelmişsek dünyaya; zor bir bir çocukluk geçirdikleri için acımasız, katı ve duyarsız insanlardan olmayalım. Bazıları da bu zor çocukluk yüzünden; şefkatli, empatik ve nazik. Bizi zayıf ya da güçlü yapan da budur. Seçimlerimiz, ısrarla seçmeye devam ettiklerimiz…
Diğer tarafta; beşinci kattan atlayıp intihar eden fenomenin şu sözleri var; “Kendimi mutlu göstermeye çalıştığım günler, ömrümün en mutsuz günleriydi. Normalde sosyal medyada paylaşım yapmam ama o günlerde sürekli bir şeyler paylaşıyor ve her şeyin yolunda gittiğini göstermeye çalışıyordum. Oysa hiçbir şey yolunda gitmiyordu." Bir sahteliğin kurbanı olmuş insanlar azımsanmayacak kadar çok çevremizde; ne kadar eğlendiğini, ne kadar sevildiğini paylaşmak istiyorlar çünkü kendilerini değersiz görüyorlar. Kendini sosyal medyanın dipsiz kuyusuna bırakmaktan başka yol bulamıyor. Fakat bir başka sorunsa onların sahteliğine imrenip kendi hayatını hor görenlerde. O sahte hayatları gerçek sanıp “ben neden mutlu değilim?” deyip hayata küsenlerde. Oysa unutmayın, mutluluk satanlar çoğunlukla mutsuz olanlardır.
Hep söylüyorum ve ısrarla da yazmaya devam edeceğim; genç beyinlerin daha fazla İslam bilgisine, herhangi bir ideolojiye değil, felsefeye ihtiyacı var! Bakın, Ziya Gökalp 1920'de ne diyor: "Eğer bizde de uygar ülkelerdeki gibi liselerde çocukların iradelerine etki edebilecek bilgilerin verilmesi isteniyorsa, o zaman müfredata felsefe derslerinin konulması gerekmektedir. Çünkü felsefe, geleceğin bilimidir... Fen bilimlerinin geçemediği alan olan tasavvur ve düşünce alanını ancak felsefe doldurabilir. Yani felsefe, dünün, bugünün ve yarının ilmidir..." Ünlü medeniyet tarihçisi Arnold Toynbee, insanlık tarihinin en büyük 21 medeniyetinden 19 tanesinin dışarıdan bir fetihle değil, içeriden ahlâki çöküşle yok olduğunu söyler. Dinin kabı ahlâk, ahlâkın kabı da adalettir. Adaletten uzaklaşan her toplum er ya da geç çöker vessalam…